İlk başlarda kaatı keserken balkon masasının ayaklarını temizleme zahmetine de katlanarak oturma odasına getiriyor, üzerine camı yerleştirip henüz küçücük bir bebiş olan oğlum Deniz'i de yanıma oturtup yaptığım işi izlemesini sağlayarak çalışıyordum. Tabi biraz dikkat edilmesi gereken bir iş bu, siz sakın evde denemeyin:) Deniz bu eli dursa ayağı durmaz, ikisi de dursa ağzı durmaz. Üstelik masada bir sürü keskin bıçak, kağıtlar, cam yani anlayacağınız bir sürü riskli malzeme var. Allahtan Deniz de meraklı da ben çalışırken büyük bir dikkatle izliyor da çalışabiliyorum.
Bir gün Deniz'i biraz boşlamışız, kendi halinde bir şeylerle uğraşıyor. Bilirsiniz bir çocuktan ses çıkmayınca bir şeylerle uğraşırken bir "napıyor bu çocuk" tedirginliği olur ebeveynlerde. Bi bakim dedim, napıyor. O zamanlar odadaki oturma grubu fildişi renk döşemeli. Odaya bir girdim ki bizim bıcır eline kalemi almış bir kağıda kanepenin üzerinde tükenmez kalemle resim yapıyor. Allahım kanepenin döşemesinde çizilmeyen yer kalmamış. Tam çıldırılası bir manzara anlayacağınız. Nasıl olduysa bir an sakin kalabildim. O günlerde acemi birer anne baba olarak "nasıl iyi ebeveyn olunur" türünden bir sürü okuyoruz araştırıyoruz falan. Nerede rastladıysam hatırlamıyorum, okuduğum küçük bir öykücük geldi aklıma:
"Evin televizyonu durup dururken bozulmuş ve tamirci çağrılmıştır. Tamirci televizyona ne olduğunu anlamak için söktüğünde o dünyanın parası cihazın içine bir sürü ekmek kırıntısı atıldığını görmüş ve eli belinde garip bakışlarla evin hanımına bakmış durumu izah edebilmek için. O kadın da o an sakinliğini koruyarak, ne olup bittiğini merakla izleyen minik kızına sormuş: kızım bu kırıntıların ne işi var orada? Minik kız demiş ki, annecim televizyonda Afrikalı aç çocukları görmüştüm onlar yesinler diye atmıştım. Tabi annesi de tamirci de bu cevap karşısında hayran hayran bakmışlar çocuğa."
Bu öyküdeki ideal anne gibi bir tavırla ben de sordum Deniz'e kanepeyi neden çizdiğini, ne yapmaya çalıştığını. Deniz'in cevabı minik kızın ki kadar dramatik değildi ama yine de o anneyle tamirci gibi kala kalmama yetecek bir cevaptı. "Babacım kaatı yapıyorum." Bu meğer beni dikkatli dikkatli izlerken boşa izlemiyormuş. Ben ona hep oğlum bu bıçaklara kesinlikle dokunmak yok dememden dolayı da, kağıdı kesmek için tükenmez kalemin sivri ucunu kullanmış.
İşte o an ideal bir baba olabilmenin hazzını yaşamıştım. İlk öğrencim de bıcırık oğlum Deniz olmuştu kaatıyı öğrettiğim. Tabi son da olmadı neyse ki...
Bir gün Deniz'i biraz boşlamışız, kendi halinde bir şeylerle uğraşıyor. Bilirsiniz bir çocuktan ses çıkmayınca bir şeylerle uğraşırken bir "napıyor bu çocuk" tedirginliği olur ebeveynlerde. Bi bakim dedim, napıyor. O zamanlar odadaki oturma grubu fildişi renk döşemeli. Odaya bir girdim ki bizim bıcır eline kalemi almış bir kağıda kanepenin üzerinde tükenmez kalemle resim yapıyor. Allahım kanepenin döşemesinde çizilmeyen yer kalmamış. Tam çıldırılası bir manzara anlayacağınız. Nasıl olduysa bir an sakin kalabildim. O günlerde acemi birer anne baba olarak "nasıl iyi ebeveyn olunur" türünden bir sürü okuyoruz araştırıyoruz falan. Nerede rastladıysam hatırlamıyorum, okuduğum küçük bir öykücük geldi aklıma:
"Evin televizyonu durup dururken bozulmuş ve tamirci çağrılmıştır. Tamirci televizyona ne olduğunu anlamak için söktüğünde o dünyanın parası cihazın içine bir sürü ekmek kırıntısı atıldığını görmüş ve eli belinde garip bakışlarla evin hanımına bakmış durumu izah edebilmek için. O kadın da o an sakinliğini koruyarak, ne olup bittiğini merakla izleyen minik kızına sormuş: kızım bu kırıntıların ne işi var orada? Minik kız demiş ki, annecim televizyonda Afrikalı aç çocukları görmüştüm onlar yesinler diye atmıştım. Tabi annesi de tamirci de bu cevap karşısında hayran hayran bakmışlar çocuğa."
Bu öyküdeki ideal anne gibi bir tavırla ben de sordum Deniz'e kanepeyi neden çizdiğini, ne yapmaya çalıştığını. Deniz'in cevabı minik kızın ki kadar dramatik değildi ama yine de o anneyle tamirci gibi kala kalmama yetecek bir cevaptı. "Babacım kaatı yapıyorum." Bu meğer beni dikkatli dikkatli izlerken boşa izlemiyormuş. Ben ona hep oğlum bu bıçaklara kesinlikle dokunmak yok dememden dolayı da, kağıdı kesmek için tükenmez kalemin sivri ucunu kullanmış.
İşte o an ideal bir baba olabilmenin hazzını yaşamıştım. İlk öğrencim de bıcırık oğlum Deniz olmuştu kaatıyı öğrettiğim. Tabi son da olmadı neyse ki...